Gündemden uzaklaşıp biraz geçtiğimiz yüzyılın başlarına gidelim...Osmanlı-Macar dostluğunu pekiştirmek maksadıyla 1916'da İstanbul-Macar Bilimleri Enstitüsü kurulur. Çalışanlardan biri de mimar Karoly Kos'tur. Askere gönderilmeyi beklediği sırada soluğu Osmanlı-Bizans mimarisini inceleme göreviyle İstanbul'da alır.Çalışmalarını üç grupta toplar. Bizans kiliseleri ve Türk camiileri, mezarlıklar ve türbeler ve son olarak Constantinapolis ve İstanbul mimarisi. İstanbul'un en eski tarihten itibaren kendi yaşadığı döneme kadar olan, sosyolojik ve mimari gelişimini araştırmak, sokak sokak incelemekle kalmaz, haritasını bile çıkarır.Şehir planlaması,gelecekte İstanbul'un sosyo-ekonomik gelişimine bağlı olarak şehrin ihtiyaçları, imar mevzuatında alınması gereken önlemler gibi konularda ciddi çalışmalar yapar.1995 yılında geç te olsa Kültür Bakanlılığı Naciye Güngörmüş çevirisi ile ''İstanbul Şehir Tarihi ve Mimarisi '' adlı eserini yayımlar. Kitabın son bölümünde İstanbul ve çağdaş büyükşehir sorunlarından bahseder. Kimi zaman Avrupa kent mimarisi ile kıyaslama yapıp ağır bir üslup kullansa da silüetleri betimlerken hayranlığını gizleyemez.
Kitabı şu sözlerle sonlandırır;
''Son söz olarak bir şey daha söylemek istiyorum.İstanbul dünyanın en güzel şehridir ve iki muhteşem kültürün de merkezi. İstanbul'u elinde tutanın, ona sahip olanın Tanrının ve de insanların huzurunda önemli bir sorumluluğu üstlenmesi gerekir.Bu sorumluluk bu şehrin kendisidir. Bu şehre sahip olanın onu yoketmeye hakkı olmadığını , binbeşyüzyılda , iki değişik ulusun kültürünün yarattığı bu şehri bozma hakkı bulunmadığını bilmesi gerekir.Eskisinin yerine , onun yerini alabilecek bir kültürü yaratabilecek yetenekte olsa dahi buna hakkı yoktur yine de. Zor bir görevdir bu ve ağır bir yüktür aynı zamanda .Fakat İstanbul'un mülkiyetini elinde bulundurmak bu bedele değer.''
''Enstitü hala ayakta mı'' derseniz, 1917'de kapanmış olduğunu, fakat Karoly Kos'un 1977'de ölene kadar İstanbul şehir mimarisi hakkındaki endişelerini genç kuşaklara aktarmayı sürdürmüş olduğunu Naciye Hanım'ın kaleminden öğrendiğimiz kadarıyla söyleyebilirim.
yazan: Rabia Rana
görseller: Can Ersal